23 Nisan 2011 Cumartesi

Elma Sirkesi ile Zayıflama

Kepeksiz saçlar:  Saçınızı yıkadıktan sonra, son durulama suyuna elma sirkesi ekleyin.Saçlarınızın kepekten arındığını ve parlaklaştığını göreceksiniz. Akne tedavisi: Su ile seyreltilmiş elma sirkesi ile yüzünüzü temizleyin ve su ile durulayın. Elma sirkesi cildinizi yumuşattığı gibi, antiseptik özelliği ile akneye neden olan mikropları öldürecektir. Ciltteki lekelere: Dörtte bir litre suya, üç çorba kaşığı elma sirkesi ekleyip, kaynayıncaya kadar ısıtın, ateşi kısın. Başınıza bir örtü örtüp, yüzünüzü buhara tutun. Yarı yarıya sulandırılmış elma sirkesi ile yüzünüzü silin. Haftada iki kez tekrarlayabilirsiniz. Varisli damarlara: Bir bezi elma sirkesine batırıp sıkın. Bezi varisli bölgeye sarın ve 30 dakika bekletin. Bu süre içinde bacaklarınızı yukarı kaldırarak dinlendirin. Sabah-akşam tekrarlayın. Zayıflamak için: Bir bardak suya 2 tatlı kaşığı elma sirkesi ve 1-2 tatlı kaşığı bal katarak, günde 3 kez, mümkünse yemeklerden önce (fazla kilo problemi için de etkili olan elma sirkesi bu amaçla kullanılacaksa mutlaka yemeklerden önce alınmalıdır) kullanılır Sabahları aç karnına içtiğiniz bir bardak elma sirkesi-bal kokteylinin içindeki müthiş zenginliği öğrenmiş bulunuyorsunuz artık. Bu zenginliğin sağlığımıza yaptığı katkılara da şöyle kısaca bir göz atmamız herhalde yararlı olacaktır. - Öncelikle bedenimiz güçlenir ve bedensel uğraşlara ve strese karşı koyabilecek dayanıklılığı kazanır. Sirkenin içerdigi yüksek orandaki potasyum sayesinde, kalp kasları dahil olmak üzere tüm kas yapısı da güçlenecektir. Kramplara karşı, kokteylinizi maden suyu ile hazırlayabilir ve her öğünde 1 bardak içebilirsiniz. - Sık sık grip, soğuk algınlığı veya üst solunum yolları iltihabına yakalanan kişiler, bağışıklık sistemleri sirke-bal kokteyli sayesinde güçleneceği için, bu tür sıkıntılardan büyük çapta kurtulmuş olacaklardır. Ama bu tedaviyi asağıdaki plana göre uygulamakla kalıcı sonuçlara ulaşabilmek mümkün olacaktır. - Soğuk algınlığı ve grip zamanlarından önce, 4 haftalık bir sirke-bal kokteyli kürüne baslayın ve günde 3 bardak için. - Sirke-bal kokteyli nezleye karşı da bedeni güçlendirecektir. Nezleye karşı ayrıca, 1 ölçü elma sirkesi 2 ölçü suya karıştırılır, kaynama derecesine kadar ısıtılır ve inhalasyon tedavisi uygulanır. - Boğaz ağrısı ve ses kısıklığında, 1 ölçü elma sirkesi ile 3 ölçü ılık su karıştırılır ve saat başı derin gargaralar yapıldıktan sonra tükürülür. Bu gargaraların adaçayı ile dönüşümlü yapılması etkiyi daha da arttıracaktır. - Öksürüğe karşı, 4 yemek kaşığı dolusu akışkan balla 3 tatlı kaşığı elma sirkesini iyice karıştırın. Öksürük gıcıgına karşı yarım tatlı kaşığı alın ve yavaş yavaş yutun. Ayrıca, bolca kekik çayını balla tatlandırın ve yudumlayarak için. - Yüksek kolesterole karşı, günde pek çok kere elma sirkesi-bal kokteyli içilir. Salatalarda öncelikle elma sirkesi kullanılır. - Gaz şişkinliğine karşı, her öğünden yarım saat önce 1 bardak elma sirkesi-bal kokteyli içerek, sağlıklı bir bağırsak florasinin temelini atın. Bu kokteyle rezene veya frenk kimyonu çayı da ekleyebilirsiniz. - Kabızlığa karşı, günde pek çok kere, 1 bardak suya 1 tatlı kaşığı elma sirkesi ekleyerek için. - Ergenlik sivilcelerine karşı, her yemekten yarım saat önce, içine 1 tatlı kaşığı elma sirkesi eklenmiş 1 bardak su için. Yüzünüze buğu banyoları uygulayın: 1 litre kaynar derecede sıcak suya 4 yemek kaşığı elma sirkesi ve 2 yemek kaşığı dolusu mayıs papatyası ekleyin, 1-2 kere karıştırın ve başınızı büyük bir havluyla örterek 5-10 dakika gözlerinizi yumarak bekleyin. Yüzünüzü suya çok yaklaştırmayın! İyileştirici özellikleri * Besinlerin verimli kullanımını, metabolizmanın sağlıklı işleyişini, vücudun asit alkali dengesini korumasını sağlar. Örneğin kalsiyumun daha verimli kullanımını sağlayıp, bir yandan kemiklerin yeniden gerekli kalsiyumu almasını desteklerken, bir yandan da eklemlerdeki kalsiyum birikimini kırar. Uzun süreli kullanımı eklem ve kemiklerdeki sertlik ve sıkıntılara son verir. * Sodyumun etkisini yansızlaştırarak yüksek tansiyondan korur. * Kolesterolü düşürür. İçerdiği doğal asitler ve enzimler kanın daha sağlıklı ve ince akmasını sağlar. * Başta damarlar, karaciğer, böbrekler olmak üzere vücudu detoksifiye eder, yağlı-mukus kalıntıları parçalar. * İçerdiği yoğun potasyum sayesinde hücre büyümesini destekler. * Soğuk algınlıklarında, boğaz enfeksiyonlarında, bronşitte içilebilir ya da buhusu yapılır. * İdrar yolları enfeksiyonlarında, sindirim bozukluklarında, kramplarda, yaban arısı sokmasında, saçta kepekte, uyku bozukluklarında, kulak çınlamasında da kullanılır Elma sirkesi mucizesi kanıtlandı! Altı ay süren bir çalışmayla elma sirkesinin menopoz döneminde ve diyabet hastalığında bozulan kolesterolü dengelediği ispat edildi. Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencileri, altı ay süren bir çalışmayla elma sirkesinin menopoz döneminde ve diyabet hastalığında bozulan kolesterolü dengelediğini ispat ettiler. Biyofizik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Mustafa Nazıroğlu, yaptığı açıklamada, menopoza giren kadınlarda ve diyabet hastalarında elma sirkesinin rolünü araştırmak için üçüncü sınıf öğrencileri tarafından bir proje hazırlandığını belirtti. Halk arasında elma sirkesinin faydalarına ilişkin çeşitli bilgiler anlatıldığını, ancak bugüne kadar bunun bilimsel bir çalışmayla kanıtlanmadığını ifade eden Nazıroğlu, öğrencilerin fareler üzerinde çalışma yaparak elma sirkesinin hem menopoz döneminde, hem de diyabet hastalarında kolesterol dengeleyici olarak etkisini ortaya koyduklarını söyledi. Nazıroğlu, menopoz döneminde yağ, kolesterol metabolizma dengesinin bozulduğunu ve elma sirkesinin dengeleme gibi özelliğinin ortaya çıkarıldığını dile getirerek, şeker hastalığında da benzer bir durumun söz konusu olduğunu belirtti. Prof. Dr. Mustafa Nazıroğlu, artan glikozun dokulara yayılmamasından dolayı kolesterolün kanda arttığını ve bunun da kalp hastalıklarının oluşmasına, gözdeki dokuların bozulmasına neden olduğunu, ana değerlendirme sonucunda da elma sirkesinin şeker hastalarında kolesterolü dengelediğini ve koruyucu etki yarattığını gördüklerini bildirdi. Hazırlanan iki projenin TÜBİTAK tarafından desteklendiğini anlatan Nazıroğlu, 22-25 Haziran tarihlerinde SDÜ’nün ev sahipliğinde Uluslararası Hücre Zarları Kongresi yapılacağını ve bu çalışmanın burada bildiri şeklinde sunulacağını söyledi. Nazıroğlu, bilimsel verilerin değerlendirilmesinden sonra uluslararası bir dergide çalışmanın yayımlanacağını kaydetti. MENOPOZ DÖNEMİNDE ELMA SİRKESİ SDÜ Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencileri Mustafa Güler ve Gündüzalp Saydam’ın hazırladığı "Ovarektomize farelerde elma sirkesinin kan lipit profili ve lipit peroksidasyon düzeyleri üzerine etkileri" adlı projede, menopoz döneminde bozulan kolesterol üzerinde elma sirkesinin faydaları veya zararları incelendi. Menopoz döneminde kadınların kolesterol dengesizliğinden dolayı büyük sıkıntılar yaşadığını ve bu soruna çözüm üretmek amacıyla elma sirkesinden faydalanarak 32 fare üzerinde deney yaptıklarını anlatan Güler, farelere yüksek kolesterol uyguladıklarını ve menopoza sokmak için yumurtalarını çıkardıklarını, bu evrede elma sirkesi tedavisini uyguladıklarını, altı aylık çalışmada başarılı sonuç aldıklarını belirtti. Menopoz döneminde bozulan kolesterol dengesinin elma sirkesi sayesinde dengelendiğini gördüklerine dikkati çeken Gündüzalp Saydam da, "Kalp ve damar hastalıklarına neden olan kolesterolün ve stres üzerinde elma sirkesinin olumlu etki yarattığını gözlemledik" diye konuştu. Değerlendirmeyi kalp, göz, karaciğer, böbrek, beyin, sinir, damar ve kan doku örneklerini inceleyerek yaptıklarını ifade eden Saydam, elma sirkesi uygulanan farelerde menopoz döneminde oluşan kolesterolün dokulara zarar verme özelliğini azalttığını belirlediklerini bildirdi. ŞEKER HASTALARINA ELMA SİRKESİ ÖNERİSİ Öğrencilerden Zübeyir Yozgat, Ömer Ören ve Osman Kanatsız da, "Streptozotocin ile diyabet oluşturulan farelerde elma sirkesinin kan lipit profili ve lipit peroksidasyon düzeyleri üzerine etkileri" isimli projeyi hazırladı. Diyabet hastalarında artan kolesterol değerlerinin düşürülmesi üzerinde elma sirkesinin etkilerini araştıran öğrencilerden Zübeyir Yozgat, 32 fare üzerinde deney yaptıklarını belirtti. Önce fareleri şeker hastası yaptıklarını anlatan Yozgat, daha sonra günde tok karna binde 6 oranında elma sirkesi içirdiklerini söyledi. Altı aylık çalışma sonunda farenin kalp, göz, karaciğer, böbrek, beyin, sinir, damar ve kan doku örneklerini alarak inceleme yaptıklarını ifade eden Yozgat, "Şeker hastalığında dengede tutulmayan kolesterol, organlara zarar verir. Elma sirkesi uyguladığımız farelerde organların kolesterolden etkilenmediğini gördük. Şeker hastalığının yan etkilerinin organ ve dokularda oluşmadığını saptadık" dedi. Ömer Ören ise elma sirkesini insanların da çok rahat bir şekilde kullanabileceklerini, ancak sirkenin tok karna ve yenilen yemeklerin binde 6’sı kadar alınmasına dikkat edilmesi gerektiğini vurguladı. Ören, aksi takdirde fazla alınan sirkenin vücuda zarar verebileceğine işaret etti.

Keten Tohumu ile Zayıflama

Yıllardır Mısır Çarşısı'nda 'şifa dağıtan' Ucuzcular Gıda Maddeleri Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Eczacı Dilaver Kadıoğlu ise bu bitki işine, eğitimsiz aktarların değil de, mutlaka eczacıların sahip çıkması gerektiğini savunuyor. Yaklaşık 170 yıllık bir geçmişi olan 'Ucuzcular Baharat'ta yaklaşık 6000 çeşit baharat, ot, kök bulabilmek mümkün. Bunlardan bir tanesi de keten tohumu. Keten bitkisinin yaprağından tohumuna kadar her tarafının yararlı olduğunu belirten Kadıoğlu, "Keten tohumunun ayrıca zayıflatıcı özelliği de var. Tokluk hissi uyandırarak kişinin daha az yemek yemesine yol açıyor. Zayıflatıcı özelliği, aslında içerdiği Omega-3 yağ asitlerinden kaynaklanıyor. Tıpkı balık gibi etkisi var keten tohumunun. Keten tohumu, somon balığı kadar Omega-3 yağı içeriyor. Günde 1 yemek kaşığı alındığında ayda ortalama 4-5 kilo verilebilir. Evde kendinizde pratik ve damak tadınıza uygun kullanım alanları bulabilirsiniz: Örnek :1 kase yoğurda 1 yemek kaşığı keten tohumu ekleyip biraz nane veya maydanoz ve biraz tuz karıştırıp öğün arasında tüketilebilir. Salataya, çorbaya, yoğurda kattığımız, her öğünde bol bol tükettiğimiz keten tohumları mercek altında! Soğuk su balıkları dışında omega 3 bakımından en zengin besin olan keten tohumunun yararlarını bilmeyen yok. Ama doğru koşullarda muhafaza edilip tüketilmezse ne kadar zararlı olabileceğini biliyor musunuz? İşte keten tohumu ve soyanın hangi koşullarda saklanması gerektiğiyle ve aksi takdirde yaratabileceği tehlikelerle ilgili bir haber. Sabah kalkar kalkmaz bir bardak ballı suyla iki kaşık, öğle yemeğinde salataya tohumları, kuşluk vakti yoğurdun içinde tane tane, akşam da yağında sotelenmiş sebzelerle keten tohumu son yıllarda birçok evde hemen her öğünün vazgeçilmez takviyesi. Saymakla bitmeyen şifalarına her gün yenisi eklendikçe keten tohumu yağıyla, tanesiyle, tozuyla tüketilir oldu. Öyle ki dünyanın en büyük keten tohumu üreticisi Kanada'nın sadece geçen yılki ihracatı 250 milyon doları aştı. Tüm dünyada yağ ve diğer ürünlerin üretiminde kullanılmak üzere toplam 2 milyon tondan biraz daha fazla keten tohumu işlendi. Yani Latince ismi "çok şifalı bitki" anlamına gelen bu mucize besin, sadece sağlıklı yaşam sevdalılarına değil önceden kuş yemi ticaretiyle geçimlerini sağlayan keten tohumu üreticilerine de "şifa" oldu. Ne var ki, geçen haftalarda Hıncal Uluç'un köşesinde Tecelli'den Abuzittin'e gelen bir mektup keten tohumu severlerin kafasını karıştırdı. Pazar günleri Hıncal'ın Yeri'ne konuk olan Tecelli yanlış pazarlama şekli ve kullanımı yüzünden kanserden koruyacağı yerde, keten tohumu yağının kansere neden olabileceğini yazıyordu. Yeni Aktüel de evlerde keten tohumu tüketimini bir sonraki emre kadar durdurarak araştırdı. Sonuç: Sadece keten tohumu değil, sağlıklı ve uzun ömür vaadiyle tükettiğimiz pek çok bitki için de aynı risk geçerli! Sıcak, keten tohumunu "bozar" Tek kanallı televizyonlarımızın duayeni Güneş Tecelli, keten tohumu yağının mutlaka soğuk zincirde satılması gerektiğini, aksi takdirde çok ciddi sağlık problemlerine yol açabileceğini vurguluyor. Üstelik çok kuvvetli bir referansı var: Kanser tedavisi konusunda geliştirdiği protokol Avrupa ve ABD'nin önemli tıp merkezlerinde uygulanan Alman bilim insanı Dr. Joanna Budwig. Keten tohumunu oldukça kapsamlı bir programla kanser tedavisinde kullanan ve bu bitkinin faydalarını ilk keşfedenlerden olan Dr. Budwig'in konuyla ilgili hemen her makalesinde önemle altını çizdiği bir ayrıntı var: "Keten tohumu ve özellikle yağı mutlaka taze tüketilmeli, dondurucu ya da buzdolabında - 7 derecede muhafaza edilmeli, soğuk zincirle dağıtılmalı. Aksi takdirde çabuk bozulur ve içinde, tüketildiğinde kansere yol açabilecek zararlı maddeler üremeye başlar!" Hemen 20-25 C sıcaklıkta eczane ve aktar raflarında sergilenen keten tohumu yağı şişeleri geliyor gözümüzün önüne. Danıştığımız uzmanlar da Dr. Budwig'le hemfikir. Kanser Danışma Kurulu Başkanı ve Hacettepe Medikal Onkoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. İbrahim Güllü keten tohumunun çok çabuk bozulduğunu, doğru biçimde muhafaza edilmezse mantar üremesi için uygun olduğunu ve bu şekilde tüketildiğinde bağışıklık sistemine ciddi zarar verebileceğini doğruluyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Metabolizma ve Beslenme Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Aydın ise keten tohumunun faydalarını sıraladıktan sonra ekliyor: "Ama omega 3 ihtiva eden her bitkide olduğu gibi keten tohumu da doğru şekilde saklanmazsa hemen oksitlenir. Tıpkı cevizde olduğu gibi. Cevizi de temizledikten sonra biraz bekletirseniz, derhal kararmaya başlar ve tüm yararlı etkilerini yitirir. Bu nedenle keten tohumu tane halinde alınarak evde öğütülüp hemen tüketilmeli. Öğütülmüş tohumlarsa az miktarda alınıp buzdolabında ışık görmeyecek kapalı ve koyu renkli kutularda muhafaza edilmeli." Bu bitkinin yağıyla yemek yapan, kaynatıp içen, yani keten tohumunu "sıcak" sevenlere de Prof. Dr. Aydın'ın bir uyarısı var: "Bu bitki asla ısıyla etkileşime geçmemeli. Zaten kokusuyla, tadıyla da yenmeyecek hale gelir!" "Keten tohumu diye kuş yemi" Keten tohumu ayrıca bazı kanser türleri için de "kesinlikle zararlılar listesi"nde birinci sırada. Virginia Üniversitesi Onkoloji Bölümü'nden Dr. Charles Myers, Prostate Forume Dergisi'nde 2002'de yayımladığı makalesinde keten tohumu tüketiminin prostat kanserli hastalarda tümörlerin hızla büyümesine yol açtığını belirtiyor ve hastaları uyarıyor: "Dokuz çalışmadan yedisinde keten tohumundaki alfa linolenik asidin prostat kanseri gelişimini hızlandırdığı tespit edildi. Prostat kanseri olan hastaların keten tohumu ya da alfa linolenik asit içeren başka bitkileri hiçbir şekilde tüketmemelerini önemle tavsiye ediyorum!" Prof. Dr. Ahmet Aydın ise bu çalışmalara karşılık omega 3 asit serisinin önemli temel asitlerinden olan alfa linolenik asitin ve dolayısıyla keten tohumunun prostat da dahil çeşitli kanser türlerinde tedavi edici olduğuna dair araştırmaların bulunduğunu söylüyor. Tabii, şu uyarıyı eklemeyi ihmal etmeden: "Çeşitli faydalarına rağmen aşırı keten tohumu kullanılması da zararlı olabilir. Bu nedenle kadınların iki, üç tatlı kaşığı; erkeklerinse bir, iki tatlı kaşığından fazla kullanmamasını tavsiye ediyoruz. Ayrıca yağı yerine bitki tohum halinde tüketilmeli. Çünkü yağ üretimi için günümüzde geçerli olan teknolojik yöntemler kullanılırsa trans yağlar ortaya çıkabilir. Bu yağların kansere yol açtığını bugün tüm bilim dünyası kabul ediyor. Ayrıca keten tohumu lif açısından da zengindir ama yağ haline getirilince bu faydalı özelliğini de yitirir." Bu mucize bitkinin karanlık yönlerini sorgularken, üretim ve pazarlamasıyla ilgili bilgi almak için konuştuğumuz Tüm Aktarlar Baharatçılar ve Tıbbi Aromatik Bitkiler Derneği Başkanı Ayhan Ercan'dan gelen açıklamaysa çok çarpıcı: "Ülkemizde yaklaşık dört yıldır, omega 3 yönünden zengin sarı keten tohumu yerine, kuş yemi olarak bilinen standart keten tohumu satılıyor.Yani sağlık için keten tohumu alanların çoğu aslında kuş yemi yiyor. Çünkü hastalıklara karşı koruyucu özellikte olan keten tohumu türü sarı renktedir ve az bulunur." Ercan, işinin ehli aktarların bu özel tohumları Dr. Budwig'in belirttiği biçimde muhafaza ettiğini söylüyor ama her satıcıyı denetleyemediklerini de şu sözlerle anlatıyor: "Çoğu esnaf ticari kaygılarla tohumları yüksek miktarlarda öğütüyor ve tüketiciye de bozuk keten tohumu satıyor. Son yıllarda bu nedenle derneğimize gelen şikâyetlerde ciddi bir artış var.]

Doğal Göğüs Büyütme Sırları

Büyük ve seksi göğüsleri olsun isteyen; ama ameliyattan çekinen yada yeterli maddi imkanı olmayan kadınlar; artık herşeyin bir kolayı var: Şimdikinden biraz daha büyük göğüsler hedefliyorsanız; silikonlu sütyenler bu amaca hizmet edebilecek çeşitlilikte.. Askılı, askısız, yapıştırmalı, dikişsiz, iz yapmayan..vs. Artık tüm iç çamaşırı üreticilerinin kolleksiyonlarında ihtiyacınız olan türde bir sütyen bulmanız mümkün. Bitkisel Çözümler, haplar; Artık göğüs dokularını geliştirmek icin özel formule edilmiş doğal ve bitkisel bir cözüm var Damiana: Özellikle afrodizyak olarak tanınır. Günümüzde birinci sırada kadın rahatsızlıklarında kullanılmaktadır. Melek otu: Kadın rahatsızlıkları en önemli kullanım alanıdır. Dolaşım bozukluğu, kabızlık, diyabet, kanser de kullanılmaktadır. Kadında hormon metabolizmasına etki gösterir. Oğul otu: Anti mikrobik özelliği vardır. Huzursuzluk, korku ve yara iyileşmesinde kullanılır. Kas kramplarını çözer. Aslan kuyruğu: Çayı yıllardır kalp problemleri ve kadın rahatsızlıklarında etkin bir tedavi olarak kullanılmaktadır. Bostan otu: Çok eski yıllarda sarılık, böbrek/ mide rahatsızlıkları, migren problemlerinde kullanılıyordu. Uzun yıllardır kadın rahatsızlıklarında kullanılmaktadır. Testere palmiyesi: Çok sayıda sağlık problemlerinde kullanılmaktadır. Erkeklerde prostat sorunlarında, kısırlık ve iktidarsızlık için kullanılıyor. Bu etkin bitki kadında da bir dizi tedavi olanakları sağlamaktadır. Meme bezlerinin gelişmesine neden olur. Yam kökü: Meksika'da eski yıllarda Chiapas kabilesi kadınların doğum yapması sırasında bu bitkiyi kullanıyordu. Kadınlarda hormon yapımını uyarıcı etkisi vardır ve memeleri büyütür. Kara hindiba: En önemli etkisi karaciğer üzerinedir. Safra akışını düzenler. Hindistan'da karaciğer hastalıklarında sıklıkla kullanılır. Vitamin ve mineralin zengin kaynağıdır. Avrupa'da salata şeklinde tüketilmektedir. Zararlı kimyasal ilaçlara, operatif müdahalelere ve implantlara karşı doğal bir alternatif olup, güzel göğüslere sahip olmak için ideal bir yöntemdir. Kapsüllerinden 6 ay süresince günde 2 kez 3'er kapsül alınır. Etkiyi artırmak için kremleriyle birlikte kullanılabilir. Daha sonra 3 ila 4 ayda bir 2-3 hafta süreyle alınmalıdır.

S: Suna Dumankaya, benim senden istediğim birşey var, bu konu benim çok canımı sıkıyor. 21 yaşındayım ama göğüslerin çok aşırı küçük. Bana yardımcı olursan çok sevinirim ablacım. Şimdiden teşekkür ederim... C: 1 tutam şerbetçi otu, 1 tutam melek otu, 1 tatlı kaşığı çemen tohumunu çay gibi demleyip yemeklerden sonra 1 bardak iç canım. Ayrıca her gün 2 adet hurma ye. İlaveten elma suyu ile masaj yapmak da etkili olur.

Her Gördüğünüz Kaba Dikenli Bitkiyi Deve Dikeni Sanmayın

Bu hafta gazete ve televizyonlarda yer alan bir haber benim açımdan dikkat çekiciydi. Hemoroit şikayeti olan 66 yaşında Bursalı bir hastanın, arkadaşının önerisiyle kullandığı deve dikeni bitkisini kaynatıp içerek komaya girdiğine ilişkin haber tam bir ibret hikayesi. Beş yıldır (iki hafta sonra tam beş yıl dolacak) hiç aksatmadan sürdürdüğüm ‘Doğanın Erdemi’ köşesindeki yazılarımı izleyenler bu şekilde uygulamaların ne kadar sakıncalı ve hatta ölümcül sonuçları olabileceğini çeşitli vesileler ile vurguladığımı hatırlayacaklardır. Hastaya acil şifalar dileyerek burada yapılan hataları tartışmak istiyorum.  Yapılan hatalar neler? EN AZ 200’ÜNÜN ADI AYNI Bitkinin yerel isminin kullanılması son derece sakıncalı: Halk arasında bitkiler isimlendirilirken görünüşü, rengi (sarıot), kullanım amacı (basurotu) gibi özellikleri öncelikle dikkate alınmaktadır. Dolayısıyla Anadolu’da halk arasında çok sayıda kaba dikenli bitki ‘deve dikeni’ olarak adlandırılmaktadır. Bu bitkilerin çoğunun birbiriyle hiçbir akrabalığı yok. Kesin bir rakam bilinmiyor ama en az 100-200 kadar farklı (cins ve tür) bitkinin halk arasında deve dikeni olarak adlandırıldığını tahmin ediyorum. Daha önce papatyaya benzeyen bir grup bitkinin (senecio türleri) taşıdığı zehirli maddeler (pirazolidin alkaloiti) nedeniyle papatya yerine kullanılmasıyla ölüm ve zehirlenmelere (karaciğer büyümesi) yol açtığından bahsetmiştim. 1993’te Çince yerel adıyla toplanan bitkilerin yol açtığı zehirlenme olayı nedeniyle düzinelerce kişinin böbreklerinin iflas ettiği, böbrek nakli yapıldığı basında yer almıştı. Bitkinin kullanılan kısmı hangisi? Bitkinin her kısmı aynı şekilde kullanılmaz. Hangi kısmının kullanılacağı önemlidir; kök, yaprak, çiçek, meyve, gövde, kabuk... Herbirinin bileşimi ve etkileri farklıdır. Hatta bitkinin meyvesi yenebilirken diğer kısımları zehirli olabilir. Mesela, nar meyvesinin kabuğu yerine nar ağacının kabuğunu fazla miktarda tüketirseniz ölebilirsiniz. Çünkü gövde kabuğu pelletierin grubu alkaloitler taşır. Bitkisel ilacın hazırlanış şekli: Halk arasında bazı zehirli bitkiler özel olarak işlemden geçirildikten sonra tedavi amacıyla kullanılabilmektedir. Mesela burçak tohumunu şeker hastaları kan şekerini düşürmek için kullanır. Ancak tohum içindeki damar büzücü proteinleri parçalamak için önce tavada iyice kavurup sonra kullanırlar. Eğer bu protein parçalanmadan tohumlar doğrudan kullanılırsa önce el ve ayaklarda uyuşmalara yol açar, fazla kullanılırsa da kangrene kadar ilerleyebilir. Esasında yapılan basit bir detoksifikasyon (zehirsizleştirme) işlemidir.  Bitkisel ise zararsız mıdır?     Bu şekilde bir düşüncenin yanlış olduğunu çeşitli defalar örneklerle açıklamaya çalıştım. Belli bir miktarı yararlı olabilen bir bitkinin fazla miktarda ölümcül olabileceğini unutmamak gerekir. BİTKİLER AKTARDA SATILMAMALI Sanırım bu tip olaylar hemoroit hastalarının başına sıklıkla geliyor. Ağrı o kadar fazla olunca dindirmek için ölçüyü kaçırıp fazla kullanabiliyorlar. Yine bir hemoroit hastasında yıllar önce şahit olduğum bu şekilde bir zehirlenme olayını hatırladım. Ankara’da bir aktarın şikayetlerini gidermesi için verdiği bitki kökünü fazla miktarda kullanınca tipik atropin zehirlenmesi bulgularıyla hastane aciline yatırılan hastanın getirdiği materyali inceleyince adamotu (Mandragora officinarum) kökü olduğunu tespit ettik. Bu bitki atropin tipi alkaloitler taşır. Bu maddelerden çok düşük miktarlarda ilaç olarak modern tıpta yararlanılırken biraz fazlası  öldürebilir. Bu nedenle bu tip bitkilerin aktarlarda satılması sakıncalıdır.   İLAÇ HAZIRLAMA USTALIK İSTER Deve dikeninin hemoroit şikayetlerinde kullanılmasıyla ilgili olarak bilimsel kaynaklarda yaptığım incelemede halk arasında deve dikeni veya mübarek diken olarak adlandırılan Silybum marianum (Latince bilimse adı) meyvelerinin hafifçe kavrularak balla karıştırılıp yutulduğuna dair kayıt buldum. Bu bitkinin meyveleri karaciğer hastalıklarının en etkili ve güvenilir ilacıdır. Ama halk arasında o kadar farklı bitkiler deve dikeni olarak adlandırılıyor ki Bursalı hastanın hangi bitkinin, hangi kısmını, ne miktarda kullandığını merak ediyorum. Sonuç olarak, bitkisel de olsa ilaç hazırlama ve kullanım bilimsel bilgi ve ustalık ister. Halk arasında bir özdeyiş vardır: “Kılavuzu karga olanın ..........”

Cildiniz Baştan Aşağıya Parıldasın

Ünlülerin dermatologu Dr. Cyrille Blum; parlak bir cilde sahip olmak için sadece doğru bakım ürünlerini kullanmanın yeterli olmadığını savunuyor. Ona göre yaşam biçimi ve beslenme tarzının etkisi de oldukça fazla. "Hayat tarzınız vücudunuzda izlerini açıkça gösterir" diyen Dr. Cyrille Blum, "Bu yüzden cilt bakımı kadar hayatınızı bir bütün olarak ele almanız çok önemli. Tutarsız yaşayıp sonuçlarıyla yüzleşmekten kaçamazsınız" diye de ekliyor. Genellikle hastalarının büyük bir kısmı kozmetik sorunlar nedeniyle onu ziyaret etse de Blum, kolay çözümler üretmektense hastasının hayat tarzıyla ve sağlıklı yaşamıyla yakından ilgilenme konusunda ısrar ediyor. Tabii hızlı sonuçlar yaratan kremler bulunuyor ama sorunun köküne inip neden meydana geldiğini öğrenmek çok daha önemli. Sorunu kökten çözerseniz, kremlerden daha etkili ve fark edebilir bir farklılık olduğunu görebiliyorsunuz. "Hastalarım benden daha zayıf görünmelerini sağlamamı, onları çatlaklarından kurtarmamı, vücutlarında sıkılaşma meydana gelmesine yardımcı olmamı hatta ciltlerinde kolay bulunamayacak parlaklık sağlamamı istiyorlar. Ancak ben ne yaparsam yapayım, bunlara neden olan yaşam biçimlerini değiştirmedikleri sürece gelişme sağlanamaz" diyen Blum, ameliyat geçirmeden ya da pahalı neştersiz uygulamalara başvurmadan muhteşem bir cilde sahip olmak için üç yöntemi bizlerle paylaşıyor. 1 Dolaşımı hızlandırın Kan dolaşımın yavaşlaması cildin daha solgun görünmesine ve canlı hücrelerin sırayla ölmesine neden oluyor. Ayrıca bu yavaşlama selülitin, şişliklerin, lekelerin ve su birikimlerinin başlıca sebeplerinden biri. Dar kıyafetler giymenin, az su içmenin, sigaranın ve hareketsizliğin dolaşımı yavaşlandırdığını dile getiren Dr. Cyrille Blum, sert tabanlı ayakkabı giymenizi öneriyor: "Attığınız her adım ayağınıza yapılan baskı kanın yukarı doğru gitmesine neden oluyor. Bazen dolaşım sistemi tembelleşiyor, bu da selülit ile çatakların oluşumunu tetikliyor. Bu yüzden yumuşak tabanlı ayakkabılardan uzak durun." açıklamasını yapıyor. Ama korkmayın kan dolaşımını hızlandıracak çok pratik yöntemler bulunuyor. Bunların başında ise mümkün olduğunca çok yürümek geliyor. Asansör yerine merdivenleri tercih edebilir. Sıcak duşlardan uzak durmak ve duşunuzun soğuk suyla sonlandırmaya özen göstermelisiniz. Ayrıca Blum, çok fazla şekerin mikro-sirkülasyonu yavaşlattığım ve cilde ulaşan kanın kalitesini bozduğunu dile getiriyor. Bütün bunlarla birlikte çeşitli yöntemlere başvurabilirsiniz. Mesela karboksiterapi... Cilt yüzeyinin altına enjekte edilen karbon dioksit seansları dolaşımını hızlandırıyor. Özellikle de lenfatik direnaj masajıyla birlikte uygulandığında etkisi iki katma çıkıyor, dolaşım hızlanıyor ve vücudun su toplamasını engelliyor. 2 Cildinizi nemlendirin Düzenli olarak cildinizi nemlendirmeniz hem vücudunuzun hem de cildinizin çok daha genç görünmesini sağlayacaktır. Ama sadece nemlendirici krem uygulamak yeterli değil. Nemlendirmeyi içeriden de sağlamak gerekiyor. "Çok kuru cilde sahip olan hastalarıma yoğun nemlendiriceler kullanmamalarını söylüyorum. Dışarıdan yoğun nemlendirme sağlamak, cildin kandan yeteri kadar nem alamadığının bir işaretidir" açıklamasını yapan Blum, ekliyor; "Serum cildin ihtiyacı olduğu besinleri aşırı yükleme yapmadan cildin almasını sağlıyor. Cildi aşındırmıyor." Kötü bir diyet, bulaşık sabunları ve bazı sular cildin daha da kurumasına hatta alerjik olmasına neden olabiliyor; çünkü suların içerisindeki kalsiyum ve ağır metaller vücut şampuanlarıyla bir araya geldiğinde cildin tahriş olmasına neden oluyor. Bu yüzden kuru cilde sahipseniz vücudunuza sabunu ya da şampuanı kuruyken uygulamayı denemelisiniz. 3 Güneşten korunun Blumun cilt koruma programının en önemli maddelerinden biri hafif bir krem ile cildi UVA ile UVB ışınlarından korumak. Ancak güneş ışınları cilde çoktan zarar vermiş, ciltte lekeler meydana gelmiş ise ünlü doktor lazer ile kimyasal peeling yaparak cildin yenilenmesi gerektiğini belirtiyor. Dermabrazyon ve A vitamini tedavileri ciltte meydana gelen hasarın tamir olmasına yardımcı oluyor. Aşırı güneşlenme ya da sıcak havadan dolayı meydana gelen mantarların tedavisi ise biraz daha zor. Özel reçeteyle satılan medikal ilaçlar ile içerisinde selenyum sulfıt yer alan kepeğe karşı etkili şampuanları deneyebilirsiniz; ama öncelikle bir uzmana başvurmanız çok önemli.

Servikal intraepiteliyal neoplazi

Rahim ağzı yani serviksin dış yüzü birkaç değişik hücre tabakasından meydana gelmektedir. Bu tabakaların altında bazal membran adı verilen bir duvar bulunur. Bu duvarın altında ise serviks başlar. Bazal membranın üstündeki tabakaları oluşturan hücrelerin yapısında ve şeklinde olan değişiklikler servikal intaepitheliyal neoplazi (CIN) ya da servikal intraepitheliyal lezyon (SIL) olarak adlandırılırlar. CIN hafif orta ve şiddetli olarak üçe ayrılır. Bunlara sırası ile CIN 1, CIN 2 ve CIN 3 denir. Servikste olay genellikle rahimin içini döşeyen zar ile serviksi kaplayan tabakanın birleştiği yerde başlar ve yayılır. Bu yayılma hem yanlara doğru hem de derinlere doğru olur. Nedenleri Serviks kanseri ve CIN aynı hastalığın farklı evrelerini oluştururlar.Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte bazı risk faktörleri söz konusudur.Bunlar erken yaşta cinsel ilişki (20 yaşından önce), birden fazla partner olması, çok fazla doğum yapmak, tek eşli kadınlarda eşin birden fazla kadınla birlite olması, sosyoekonomik durumun kötü olması, sigara ve bazı virüs enfksiyonlarıdır. Özellikle herpes (uçuk) virüsü (HSV) ve human papilloma virus (HPV) suçlanan etkenlerdir. Görülme sıklığı CIN görülme sıklığı son yıllarda smear uygulamalarının artmasına paralel olarak artmış buna karşın serviks kanseri görülme sıkığı ise azalmıştır. Yani smear sayesinde serviks kanseri daha CIN aşamasındayken yakalanabilmektedir. Hastalığın seyri Tüm CIN vakalarında evre ne olUrsa olsun hastalığın gerileme, aynı kalma ya da ilerleme potansiyeli vardır. Lezyonun nasıl davranacağını önceden kestirebilmek mümkün değildir. CIN 1 vaklarının %80-90'ı kendiliğinden geriler. CIN 3 vakalarının ise %40'ı tedavi edilmediği taktirde yayılım gösteren serviks kanserine dönüşür. Belirtileri ve Tanı CIN vakaları genelde bulgu vermezler ve rutin muayenede fark edilmezler.%0.3 oranında ilişki sonrası kanama görülebilir. Tanı rutin smear taraması veya şüpheli durumlarda yapılan kolposkopi ve alınan biopsi ile konur. Tedavi CIN 1 vakalarında tedavi tartışmalıdır. Bazı yazarlar tedavi edilmeksizin yakın takip önermektedirler.Tedavi yapılacak ise CIN 1 tanısı patolojik olarak kesinleştikten sonra bir kürtaj ile rahim içinde herhangi bir olumsuz hadise olmadığı gösterilmelidir.Tedavide tercih edilen yöntem koter ile yakma veya crio ile dondurma işlemi yapılarak dokuların tahrip edilmesidir.Tedavi sonrası smear ve kolposkopi ile takip gereklidir.Dokuları tahrip etmek için lazer de kullanılabilir. Bazen işlemlerin birden fazla kez tekrarlanması gerekebilir. Hastanın serviks kanseri açısından yüksek riks taşıdığı durumlarda rahim ağzının koni şeklinde çıkarılması yoluna gidilebilir. CIN ile birlikte rahimde myom vb gibi patolojilerin bulunması ve hastanın ailesini tamamlamış olması halinde rahim alınması yoluna gidilebilir. Sadece CIN 1 için rahimin alınması fazla radikal bir tedavi olacaktır. CIN 2 ve CIN 3 vakalarında da aynı tedavi ve takip uygulanır. Ancak CIN 3 vakalarında rahimin alınması uygun bir tedavi yaklaşımı olabilir. Servikal displazi nedir? Plazi terimi büyüme anlamina gelir. Displazi ise düzensiz büyüme olarak tanımlanabilir. Servikal displaziyi anlayabilmek için önce rahim ağzının yani serviks'in normal yapısını bilmek gerekir. Serviksin derisi olarak adlandırabileceğimiz dış yüzünü mikroskop altında incelediğimizde pekçok kattan oluşan hücre tabakaları görürüz. Bu hücrelerin şekli en altta yuvarlak iken yukarılara doğru çıkıldıkça yani hücreler olgunlaştıkça yassı bir hal alır. İşte bu düzenli yapının bozulması, aralarda anormal hücrelerin bulunması servikal displazi olarak adlandırılır. Düzensizlik ne kadar fazla ise displazinin derecesi de o kadar yüksektir. Az sayıda hücrenin düzeni bozduğu ama genel anlamda ciddi bir düzensizlik saptanmayan durumlar CIN I olarak adlandırılırken anormal hücrelerin tüm tabakaların yarısının kapladığı durumlar orta dereceli displazi (CIN II), tüm yüzeyin tamamının düzensiz olduğu durumlar ise CIN III olarak adlandırılır. Bu duruma aynı zamanda carcinoma-in-situ da denir. Bu tablo tedavi edilmediğinde ileriki dönemlerde kansere ve yayılmaya neden olması kaçınılmazıdır. Displazi ve carcinoma-in-situ durumlarında olay tamamen rahim ağzının deri kısmındadır. Oysa kanserde olay dokunun içine doğru ilerlemiştir. Kanseri tedavisi displaziden tamamen farklıdır ve bu iki durum birbirinden tamamen farklı iki hastalık olarak kabul edilmelidir.

Doğal İlaçlar

Özellikle bitkisel ürünlere çok sıcak bakıyor. Atalarımız, yüzlerce yıl sağlık sorunlarının çaresini ‘lokman hekimler’in bitkisel ilaçlarında aramışlar. İyi de yapmışlar... O dönem için en iyi çözüm bu olmalıydı. Ama bitkisel tedavi konusunda son zamanlarda sayıları giderek artan ‘şarlatanlar’, sonu ‘hasta’ için ölüme bile varabilen tehlikeli bir oyun oynuyorlar... BİTKİSEL destekler ya da ilaçlardan faydalanma konusuna, günümüz tıbbı sıcak bakıyor. Eczacılık fakültelerinde “bitkisel tıp” araştırmaları yapan bilim insanları, kürsüler, laboratuarlar var. Reçeteyle satılan bazı bitkisel ilaçlar (mesela dijital hapları) hayat kurtarıyor. Doktorlar bitkisel ilaçlar konusunda iki gruba ayrılıyor. Bir grup bu desteklerin pek işe yaramadığı konunun fazlaca abartıldığı, hatta suiistimal edildiği görüşünde. Diğer grup ise bazı sağlık sorunlarından korunma, hatta belirli hastalıkları tedavide bitkisel ürünlerden rahatlıkla yararlanılabileceğini düşünüyor. Ben ikinci gruptayım Herhangi bir sağlık sorununu önlemek ya da bir hastalığı tedavi etmek söz konusu olduğunda önceliğim mümkünse doğal yöntemlerden, özellikle de bitkisel ilaçlardan faydalanmak yönündedir. Bitkisel ilaçların diğerlerinden daha güvenli ve masum olduklarını düşünüyorum. Ama bir şartla: Bu ürünler hijyenik kurallara, bilimsel esaslara ve farmakolojik yöntemlere uyularak hazırlanmalı ve uluslar arası bir standart olan “iyi ürün” sertifikasına sahip olmalı. Yani “ilaç” gibi üretilmeli, eczanelerde satılmalı, yalnızca doktor reçetesi veya önerisiyle kullanılmalı. Tehlike giderek büyüyor Bitkisel ürünlerle tedavi konusu son yıllarda -birçok şey gibi- eski güvenilirliğini kaybetti. Bu önemli tedavi alanı bazı şarlatanların devreye girmesiyle ciddi ölçüde kirlendi. Bu alanda da kazanç odaklı bazı “sağlık tüccarları” ortaya çıktı. Aktar dükkânları eczane, bu şarlatanlar da doktor rolüne soyundu. Bunların herhangi bir tıp eğitimleri yok. Doktor ya da eczacı değiller. Nerede, nasıl, ne zaman, ne süre ile kime-kimlere yaptıklarını bilmediğimiz “sözde” “bilimsel” (!) çalışmalardan veya mesnetsiz tecrübelerinden elde ettikleri sonuçları ikna edici bir dille halka anlatarak (ve önermelerini bazen dini motifler, hikâyelerle de süsleyerek) “lavanta suyuyla hepatit, brokoli suyuyla prostatit, enginar sapıyla karaciğer yağlanması, haşlanmış soğanla bronşit tedavi etmeye” kalkıyorlar. Sistem nasıl işliyor Bitkisel ürün tacirleri hekimlerden gelen tepkiler ve basında çıkan olumsuz haberlerden (hatta bazı ölüm vakalarından) çekinmiş olsalar ki, eskiden “ilaç filan gerekmez, bu haplar sorununuzu hemen çözer!” diyorlardı, şimdi “hem ilaçlarınızı kullanın, hem bizim önerilerimizi uygulayın” şeklinde bir kampanya yürütüyorlar. Sistem şöyle işliyor: Bu girişimci ruhlu “çakma sağlıkçılar” önce bir yerlerde televizyon programlarına çıkıyor. İlgi çekici, şaşırtıcı, sempatik ya da korkutucu önerileri ile dikkati çekip daha sonra da ürettikleri ürünleri şu veya bu şekilde pazarlamaya çalışıyorlar. Kansere bile ‘çözüm!’ var Bu uyanıkların korkusuz, hatta aşırı cesaretli olduklarını da söyleyebilirim. Konuştuklarında mangalda kül bırakmıyor, kanser gibi çok ciddi bazı hastalıklara bile “nasıl teşhis konulacağı ve nasıl tedavi edileceği” konusunda önerilerde bulunabiliyorlar. Ve ne yazık ki bu üstün cesaretli ve yüksek ticari kabiliyetli çakma sağlıkçılara hiç kimsenin sesi bile çıkmıyor. Bazıları doktor gibi hasta kabul ediyor, teşhis koyup tedavi bile önerebiliyor. Kullanın ama çok dikkat edin DOĞAL tedavi yöntemlerinden faydalanmanız konusunda sizi ikna etmeye çalışan hekimlerden biriyim. Bitkilerle tedavi de bu doğal yöntemlerden biri, belki de en önemlisi. Bitkilerin kök, yaprak, gövde ve çiçeklerinde yüzlerce doğal şifalı molekülün varlığına inanıyorum. Bunların sağlığımızı korumada, güçlendirmede, hatta bazen önemli hastalıkları tedavi etmede işe yarayabileceğinden de kuşku duymuyorum. Neredeyse yüzyıldır kullanılan kalp yetmezliği ilacı dijitalin, ağrı kesici, ateş düşürücü aspirinin ne kadar önemli bitkisel ilaçlar olduğunu yeniden tekrarlamaya gerek yok. Ama son zamanlarda yukarıda anlattığım olumsuz gelişmeler nedeniyle bitkisel bir üründen faydalanmak söz konusu olduğunda çok ama çok dikkatli davranmanızı, önce “güvenlik” ve “bilimsel esaslara uygunluk” prensiplerine sadık kalmanızı tavsiye ediyorum. En önemli 10 nokta EĞER bitkisel bir üründen faydalanmayı düşünecek olursanız şu noktaları lütfen aklınızdan çıkarmayın: 1. Bitkisel ürünlerin hepsi her şartta güvenli değildir. Bitkisel bir ürün doğru oranlarda doze edilmezse hastalığınızı tedavi etme gücünü kaybedebilir. Hatta sağlığınız için zararlı bir ürün haline bile gelebilir. 2. Bitkisel ürünler kullandığınız diğer ilaçlarla ve birbirleriyle ters reaksiyonlara da girebilir. 3. Bazı ürünler karaciğeriniz, böbreğiniz, kalbiniz hastaysa sorununuzu daha da ağırlaştırabilir. 4. Yaşlılarda, çocuklarda, hamilelerde, organ yetmezliği olanlarda çok ciddi sağlık problemlerine, hatta zehirlenmelere sebep olabilir. 5. Bu ürünleri doktor veya eczacınızla görüşmeden, konuşmadan, onların onayını almadan, tavsiyelerini dinlemeden asla kullanmayın. Gazetelerde okuyup televizyonda dinlediklerinizi esas alarak bu ürünlerden hemen faydalanamaya kalkmayın. Bunları eczane dışında satılan yerlerden (özellikle internet yoluyla) asla satın almayın. 6. Ürünlerle ilgili sorularınıza aktarların veya eczacı kalfalarının değil, bizzat eczacının veya doktorların yanıt vermesine dikkat edin. 7. Eğer reçeteli herhangi bir ilaç kullanıyorsanız bu ürünleri kullanmadan önce o ilacı yazan doktorların iznini alın. 8. Karaciğer, böbrek, kalp yetmezliği gibi bir sorununuza varsa, hamileyseniz bu ürünlerden uzak durun. 9. Beş yaşın altındaki çocuklara bu ürünleri vermeden önce çocuk hastalıkları uzmanından izin alın. 10. Bu ürünleri marketlerden, doğal ürün dükkânlarından, organik pazarlardan aktarlardan satın almayın.

VARİS VE ŞEKER HASTALIĞI İÇİN

Varis İçin 20 tane at kestanesini mikserden geçirip toz haline getirin 2 lt saf zeytinyağının içine koyun 1 hafta bekletin varisli bölgeye aşağıdan yukarıya masaj yapın.
DİKKAT!!! yukarıda belirtilmiş olan bitkisel formüllerde belirtilmiş olan bitkilere yağlara alerjisi olan hastalar bu ilaçları kullanmamalıdır.

Şeker İçin 70 gr kuşburnu 70 gr bamya çiçeği 40 gr bodur Mahmut 50 gr kekik 30 gr karabaş otu 70 gr mersin yaprağı Hazırlanışı: Otların hepsini birbirine karıştırınız. 1 yemek kaşığı otun üzerine 2 su bardağı kaynar su ilave ediniz 2 dakika demlenmesini bekleyip süzüp içiniz. DİKKAT!!! yukarıda belirtilmiş olan bitkisel formüllerde belirtilmiş olan bitkilere yağlara alerjisi olan hastalar bu ilaçları kullanmamalıdır.

Astım hastalığının çocuklarda en sık görülen kronik hastalıklardan biri olduğu, Türkiye'de 4 milyon civarında astım hastası olduğu açıklandı.

Astım hastalığının çocuklarda en sık görülen kronik hastalıklardan biri olduğu, Türkiye'de 4 milyon civarında astım hastası olduğu açıklandı. 
Erciyes Üniversitesi (ERÜ) Tıp Fakültesi Mustafa Eraslan-Fevzi Mercan Çocuk Hastanesinde Dünya Astım Günü nedeniyle astımlı çocukların ailelerine yönelik bilgilendirme toplantısı düzenlendi.

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fulya Tahan, burada yaptığı konuşmada, astımın çocuklarda en sık görülen kronik hastalıklardan biri olduğunu belirtti. Astımın tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu, ancak astıma yol açan etkenlere dikkat etmek gerektiğini ifade eden Tahan, "Türkiye’de yaklaşık 4 milyon astım hastası var. Ülkemizde erişkinlerde astım hastalığının görülme oranı yüzde 11’e, çocuklarda ise yüzde 18’e kadar çıkabiliyor." dedi. "DÜNYADA 300 MİLYON ASTIM HASTASI VAR" Astımın dünyada tüm yaş gruplarında ve her iki cinste görülen bir hastalık olduğunu, dünyada 300 milyon civarında astım hastası olduğunu söyleyen Tahan, şu bilgileri verdi: "Astım, hava yollarının uzun süre iltihaplanması olarak tanımlanmaktadır. Alerjenler, kimyasallar, sigara, hava kirliliği, viral enfeksiyonlar, meslek, sosyo ekonomik düzey, aile büyüklüğü, diyet, obezite ve kalıtsal etkenler astıma yol açmaktadır. Eğer anne ve babanın birinde astım hastalığı varsa, çocukta astım hastalığı oluşma riski yüzde 30’dur. Eğer anne ve babanın her ikisinde de astım hastalığı varsa, çocukta astım hastalığı oluşma riski yüzde 70’dir. Astım tek başına kalıtsal hastalık olmadığından mutlaka astıma yol açan çevresel etkenler ve alerjenlerin iyi tespit edilmesi gerekir." "ÖZELLİKLE ÇOCUKLARDA ASTIMA DİKKAT" Özellikle çocuklarda astım hastalığına dikkat etmek gerektiğini vurgulayan Tahan, hastalığın çocuklarda bir kez ortaya çıkan ya da tekrarlayan hışıltılı solunum atağı, geceleri sorun yaratan öksürük, egzersiz sonrasında öksürük ya da hışıltılı solunum, nefes ile alınan alerjenlere ya da hava kirliliğine maruz kalma sonrasında hışıltılı solunum, göğüste sıkışma hissi ya da öksürük, soğuk algınlığının göğse inmesi ve iyileşmesinin 10 günden fazla sürmesi gibi belirtilerle ortaya çıktığını kaydetti. ASTIMDAN KORUNMA YOLLARI Doç. Dr. Tahan, astımdan korunma yolları hakkında da şu uyarılarda bulundu: "Evde ve iş yerinde havalandırma artırılmalı, rutubet önlenmelidir. Kumaş döşeli eşyalar yerine deri, suni deri, ahşap ve plastikten yapılmış olanlar tercih edilmelidir. Ev işi yaparken maske kullanılmalıdır. Güçlü bir elektrik süpürgesi ile haftada en az bir kere etkili bir temizlik yapılmalı, ardından nemli bir bezle silinerek temizlik tamamlanmalıdır. Mümkünse evde halı kullanılmamalıdır. Tüylü ve içi dolu oyuncaklar alınmamalı veya ortadan kaldırılmalıdır. Yatak takımları en az haftada bir yıkanmalı, evdeki kullanılmayan eşyalar dolaplarda saklanmalıdır. Alerjik kişinin olduğu eve hayvan alınmamalı, dışarıda hayvanla teması olanlar eve bu kıyafet ile gelmemelidir. Açıkta çöp, gereksiz eşya, yiyecek bırakılmamalı ve mutfak temizliğine özen gösterilmelidir. Evde nem azaltılmalı ve doğal havalandırma artırılmalıdır."

Yapay tatlandırıcılar zararlı mı, yararlı mı?

Yapay tatlandırıcılar zararlı mı, yararlı mı?

Günümüzde ABD'de onaylanan 3 çeşit enerji içermeyen yapay tatlandırıcı vardır. Diğer tatlandırıcılar üzerindeki araştırmalar ise halen sürüyor..

Vücudumuzun başlıca enerji kaynağını oluşturan karbonhidratlar sınıfında yer alan şeker vazgeçemediğimiz tatlardan biridir. Şeker ve şekerli gıdaları aşırı miktarda tüketmek ise bu besinlerin yüksek enerji değerleri nedeniyle obezitenin en önemli nedenlerinden biridir. Ayrıca obeziteyi takip eden şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp - damar hastalıkları da unutulmamalıdır. Diş çürüklerinin de altında yatan en önemli neden şüphesiz şekerli besinlerin çok tüketilmesidir. Özellikle obezite ve şeker hastalığı gibi durumlarda şeker tüketimi sınırlandırılmakta, şekerin yerine kalorisi düşük veya olmayan bazı yapay tatlandırıcılar kullanılmaktadır.

Enerji vermeyen bu tatlandırıcılar aynı zamanda besleyici değeri olmayan, çok düşük kalorili veya alternatif tatlandırıcılar olarak da bilinmektedir. Tatlandırıcılar tek başına veya besinlerin içinde kullanılmaya başlanmadan önce Besin ve İlaç Örgütü (FDA) tarafından yoğun olarak test edilmektedir. Her şeyden önce iyi bir tatlandırıcı nasıl olmalı derseniz; şeker gibi ağızda tatlı tat bırakmalı, herhangi bir şekilde ağızda acı - metalik tat bırakmamalıdır. Kolay çözünmeli ve çözündükten sonra renksiz, kokusuz, ısıya dayanıklı, kalorisi düşük olmalıdır. Tatlandırıcılar iki gruba ayrılmaktadır.

1 Enerji içerenler
Fruktoz, Sorbitol, Mannitol, Ksilitol

2 Enerji içermeyenler
Aspartam, Asesülfam-K, Sakarin, Siklamat

Günümüzde ABD'de onaylanan 3 çeşit enerji içermeyen yapay tatlandırıcı vardır. Bunlar aspartam, sakarin ve asesülfam K'dır. Diğerleri hakkındaki araştırmalar ise beklenmektedir. FDA tarafından onaylanan sukralaz, alitama ve siklamat için ise araştırmalar mevcuttur.

Hangileri ölçülü alınmalı?
Sorbitol günlük alım miktarı 30 gramı geçtiğinde hazımsızlığa ve ishale yol açabilir. Ağızda metalik ve acı bir tat bırakan sakkarin 19 yy sonlarında 'toluen'den sentezlenmiştir. FDA, 1977'de yüksek dozda sakarin alımının hayvanlarda üriner sistem tümörlerine neden olduğu ortaya çıkınca insanlarda sakarin kullanımının kanser ile ilişkisi olabileceği riski nedeniyle kullanımı yasaklamıştır.

Fakat daha sonraları Amerikan Tıp Konseyi, kısıtlı kullanımın (2,5 mg / kg / gün) sağlık üzerine güvenli olabileceğini bildirmiştir. Yine araştırmalarda sakarinin zararsız olmadığı, epitel dokuda yapısal değişikliklere neden olabileceği bulunmuştur. Aşırı siklamat alımı diareye neden olmaktadır.

HAFTANIN ÖĞÜDÜ

•Yapay tatlandırıcılar gebe ve emziklilik döneminde önlem olarak önerilmemektedir. Küçük çocukların beslenmelerinde kullanılmamalıdır. Dengeli ve yeterli beslenen iki yaşından büyük çocukların beslenmelerinde ise bu tatlandırıcıları içeren besinler belirli miktarlarda kullanılabilir.
•Aspartam içeren tatlandırıcıları fenilketonüri hastaları kullanmamalı.
•Bir tatlandırıcıyı yeni kullanmaya başlıyorsanız denemeye az miktarlarla başlanması daha sağlıklı olacaktır. Günde 25 adedi asla geçmemelidir.
•Tablet yapay tatlandırıcılar, yüksek ısıda acı tat meydana getirdiğinden ateşten indirdikten sonra besine eklenmesi ise daha doğru olacaktır.

 
Design by New WP Themes